Çengelköyün zerzevatı, Beylerbeyi’nin zevatı, Kuzguncuğun haşeratı meşhurdur derler eskiler.
Haşerat kelimesiyle gayrimüslümlerden bahsedilirmiş. Müslüman halkın oldukça yoğun olduğu dönemlerde, Üsküdar’ın şirin bu semtinde 18. ve 20. yüzyıllarda Museviler, Rumlar ve Ermeniler de yaşarmış. Öyle ki bugün bile Cami, Sinagog ve Kiliseleri bir arada görürsünüz Kuzguncuk’ta.
Ekmek Teknesi, Perihan Abla gibi naif son derece sıcak ve doğal dizilerin neden bu semtte çekildiğini anlamak pek zor olmuyor. Bu semtte hayat o kadar yavaş ve telaşsız ki, İstanbul’un o huysuz hallerinden eser yok. Her köşesine gerçek mahalle kültürü sinmiş bir semttir Kuzguncu
Sahilden yürürken İcadiye caddesine giriş yaptık. Geniş caddeleri boyunca ıhlamur ve meyve ağaçları kokusunu içimize çekerek yürüdük. Ben dayanamayıp bir ağaçtan incir bile yedim. Eşim her ne kadar yeme onları pis pis dese de çocukluğumdaki anneannemin bahçesini hatırlayıp bir güzel kabuğunu soyup yedim. Nasıl da özlemişim meyveyi dalından yemeyi. En son ne zaman ağaç dalından meyve yediniz? Ben hatırlamıyorum bile.
İcadiye’de yürürken insanların yüzlerine bakıyorsunuz pırıl pırıl gülümsüyorlar. Stresten eser yok, o kocaman süpermarketler yok mesela. Ya da starbucks, kahve dünyası… O büyük zincir marketlerin ya da dükkanların hiç birinin olmadan korunmuş olması çok hoşumuza gidiyor. Sanki küçük bir masal köyü. Hobbit Köyü diyen bile var buraya. Zaten Kuzguncuk’tan çıkıp sahile yürüdüğünüzde insan profilini, kalabalığı ve arabaları gördüğünüzde anlayacaksınız demek istediğimi. Başka bir zaman akıyor burada.
Gitmeden önce gezeceğimiz yerlerin listesini çıkarmış, tek tek program yapmıştım. Gezilecek yerler bitmiş, fotoğraflar çekilmiş artık dönüş yoluna geçecektik ki önümüze Kuzguncuk Bostanı tabelası çıktı. Hemen Ekmek Teknesi dizisinin çekildiği evin yanında. Bu evi de zaten cafe- restorant yapmışlar içini gezebiliyorsunuz. Her yerde dizinin fotoğrafları, ünlülerle çekilmiş ve duvarlara asılmış halde selamlıyor sizi. Evden çıkıp bostana girdik. Şehrin ortasında resmen köy hayatını hissettik. Domatesler, biberler, marul, soğan aklınıza gelebilecek tüm sebze ve meyveler yetişiyor bu bostanda. İçeri girip bir görevli aradım. Buralara sadece Kuzguncuk halkı bir şeyler ekip biçebiliyormuş. Önce belediyeden izin almak gerek ve kura ile seçilip burada yer sahibi olup kendi yiyeceğinizi yetiştirebiliyorsunuz. Çok güzel düşünülmüş bence. En azından hala organik beslenmeye çalışan bir kesim var. Ayrıca sokak hayvanlarına da burada bakım yapılıyor, içerisinde küçük bir çocuk oyun yeri de var.
Bu gri beton yapıların arasında yeşil bir bahçe görmenin mutluluğuyla yüzümde yayılan tebessüm yol boyu devam etti, taa ki ana caddeye çıkana kadar sonrasında malum gerçekle yüzleştik ve evimize o gri betonların arasından geri döndük.
0
Bir yanıt yazın