Paris’i yaşamak için 3-4 gün tabi ki bana yetmedi. Son günümüz olduğu için ayaklarımızın altı acıyana bileklerimiz uyuşana kadar gezdik. Sanırım 9000-10.000 adım yaptık sadece 1 günde. Sonuçta her yıl buraya gelecek değiliz, kim bilir belki ömrümüzde bu son karşılaşmamızdı.
3. gün programımı şu şekilde yaptım;
Ressamlar Tepesi Montmartre – Moulin Rouge – Notre Dame Katedrali – Sheakespeare & Company- III Alexander Köprüsü- Jardin Du Luxemburg- Seine Nehri
İlkbahar gibiydi Montmartre. Paris’ in arka bahçesi resmen. Sokaklarında ressamlar ayaküstü Bonjour Madam deyip hemen portrenizi çizmeye başlıyor. En güzel manzara burada zira şehrin en yüksek tepesi. Neden buraya ressamlar tepesi dediklerini anlamak zor değil. Dönemin ünlü yazarları, sanatçıları hep burada yaşarmış. Merkezden uzak olduğu için ev kiraları ucuzmuş o yüzden hem sakin, hem kalemle çizilmiş gibi güzel Fransız evleri, Arnavut kaldırımları, hem de manzarayla birleşince burada yaşamak kaçınılmaz olmuş. Eskilerde ekmekleriyle ünlü Fransa’da un öğütmek için 20 ye yakın yel değirmenleri bulunurmuş. Ayrıca üzüm bağlarıyla da nam salmış. En hoşunuza gitmeyen şarap bile şişesi 55-65 eurolardan satılıyor. Daha iyi şarapları ise açık arttırmayla satılıyor. Malum Fransız şarabı…
Neyse gelelim biz turumuza. Montmartre’ye gitmek için en ideali finikülerle yukarı çıkıp sonra geze geze aşağı inmek. Önceden aldığımınız Navigo kart neyseki finikülerde de geçiyordu para ödemedik (parasından değil sıraya gir, para çıkar, bozdur benim için külfet. ) yukarı çıkıp sağlı sollu yeni açılmakta olan dükkanlara, pancake yapan ablalara, şarap satan seyyar satıcılara ve ressamlara baka baka Sacré Coeur kilisesinin önüne kadar çıktık. Sacré Coeur ( sakre kör) Kelime anlamı kutsanmış kalp ya da kutsal kalp olarak çevrilebilir. Tam bir zengin kız fakir oğlan hikayesi. Babası görüşmelerine izin vermeyince gizli gizli kilisede buluşurlar ve bu duruma üzülen rahibeler çiftin burada görüşmelerine izin verirler. Kiliseye girdiğimiz o sırada ayin vardı, çok rahatsızlık vermeden hızlıca tur atıp çıktık. Kilisenin kubbesine yani dome (dam) çıkabiliyorsunuz kişi başı 11 Euro idi. Ama programımızın daha çok başında olduğumuz için zaman kaybetmek istemedik. Ancak sizin vaktiniz var ise kubbesinden Paris manzarasının değişik açılarını da görmenizi öneririm. Ayrıca bizim gittiğimizde hava çok sisli ve bulutluydu çıkılsa da manzara pek tatmin edici olmazdı eminim. Siz daha güzel zamanda gidip mis gibi manzarayı yaşamalısınız 🙂
Ressamlar tepesini gezip, rengarenk macaronlar aldık, üstüne bir de çikolatalı muzlu krep aldık miss gibiydi. 3,5 Euro, kızlar gözünüzün önünde hemen cız bız yapıveriyorlar. Ayrıca chocolate diyince anlamıyorlar. ‘Şokola’ Türkçe olarak söyleyin gitsin onu anlıyor ablalar 🙂 Sonrasında Amelie filmin de çekildiği çocukla buluşma sahnesinin olduğu parkın içinden yürüyerek aşağı doğru salındık.
Eğer hediyelik eşya alacaksanız buradan alın çünkü aşağıda herhangi bir dükkan bulamayacaksınız. (Montmartre Village dükkanın adı, orayı öneririm Paris’e özgü daha orjinal şeyler bulabileceğinizi düşünüyorum. 4 magnet 10 Euro 🙂
Aşağıya indiğimizde Moulin Rouge yani kırmızı yel değirmeninin önüne gelmiştik. Burası Fransız Kabare Showlarının sergilendiği bir mekan. Akşam yemeği dahil fiyatı 125 Euro-220 Euro civarı değişiyor kesinlikle içeri takım elbisesiz alınmıyor. Yani üstünüz başınız düzgün olsun diyorlar, tipinize bakıp almayabilirler. Benden söylemesi 🙂 Her akşam 21:00de show başlar, yemek alacaksanız 19:00da orada bulunmanız gerek. Ayrıca içeride fotoğraf çekilmesi yasaktır, bol eğlenceli renkli bir kabaredir.
Bilet fiyatlarını ve detaylı bilgiyi aşağıdaki linkten öğrenebilirsiniz.
Sonrasında Notre Dame Katedrali’ne geçtik ;Notre Dame Katedrali 12. Yüyılda tasarlanmış ve 14. Yüzyılda tamamlanmıştır. Paris’te en çok ziyaret edilen yapılardan biri de burasıdır. Notre dame katedrali bir Roma katolik kilisesidir. Günümüzde de aktif bir şekilde kullanılmaktadır.
Eğer gotik mimariden hoşlanıyorsanız bu katedrali çok beğeneceksiniz derim. Çünkü yapı gotik mimarinin en güzel örneklerinden biridir. Fransa’da yer alan tüm sokakların ve caddelerin uzaklıkları buraya göre hesaplanıyor. Burası 0 noktası olarak kabul ediliyormuş.
Katedral iki uzun kuleye ve oldukça etkileyici tarzda pencerelere sahip. Yapımı oldukça uzun süren bu katedral eşsiz bir işçilik abidesidir. Ancak Fransız devrimi esnasında şehirde bulunan tüm dini yapılar gibi burası da çok ciddi zaralar almıştır. Ancak sonrasında katderal uzun vadeli ve ayrıntılı bir yenilenme işlemine tabi kılınmıştır. Katedralin yenilenmesine ise Victor hugo’nun notre dame de paris adındaki kitabını yazması neden olmuştur. Katedralin yenilenmesi tam 20 yıl sürmüştür.
Günümüzde de en çok izleyici kitlesine sahip olan Victor Hugo’nun ölümsüz eseri Notre dame de Paris müzikalini eğer izlediyseniz zaten bu kiliseyi illaki görmek isteyeceksiniz. Burası büyük bir kilise değildir ama neredeyse dünyanın en meşhur kilisesidir.
Notre dame katedraline ulaşım; Katedrale metro ile ulaşabilirsiniz. katedrale gidebileceğiniz metro durağının adı ise, Cite rer chatelet , les halles, saint michel’dir. Ya da otobüslerle de katedrale ulaşımınızı gerçekleştirebilirsiniz.
Shakespeare and Company; Paris’in en lüks semtlerinden birinde muhtelemen Paris’in ilk kitapevidir. İçeride 3-4 tane sedir şeklinde yatak gördüm. Burayı özel kılan bazı noktaları var. Yazar olmak isteyen gençlere 1 saat çalışmaları karşılığında burada 1 günlük konaklama imkanı sunuyor. Ne kadar güzel ve değişik değil mi? Kütüphanenin üst katına çıktığınızda köşede bir piano, üzerinde kocaman kitaplar ve piano üzerinde bir not ‘lütfen çalınız, dünyanın bu güzel sesleri duymaya ihtiyacı var.’ yazıyor. Kapıdan çıktığınızda karşınızda eski bir daktilo, karşısında berjer koltuk, kitabınızı okuyup dinlenip çıkabiliyorsunuz. Muhteşem bir yer. Sakin ve huzur verici. Ben içeri girdiğimde kendimizi bir zaman makinesinde hissettim. Sadece bir kitap dükkânı değil bir kütüphane, bir misafirevi, kültürel bir mabet burası.
Buradan çıkıp hemen yanındaki Shakespeare and Coffee Co.‘ya uğrayıp sıcak çikolata içmenizi öneririm.
Turumuz devam ederken çok yorulmuş ve acıkmıştık, hemen sola doğru devam edip restoranlar sokağını gördük tabi ki Istanbul Kebap House’a gittik 🙂 çalışanlar Türk. Günlerdir bir Türk bile görememiştim insan bir ‘Merhaba’ya bu kadar mı hasret kalır? Çalışan kızcağıza resmen koşup sarılmak geldiyse de içimden Parizyen kişiliğimi bozmadım 🙂 Tavuk şiş ve Adana söyleyip güzelce doyduk, Türk çayı, Türk Kahvesi bile içtik 🙂 yavaş yavaş memleketimizi özlediğimizi anladık 🙂 Fiyatlar 10-15 Euro arası değişiyor ama porsiyonlar oldukça doyurucu, eşim bile doyduysa herkes doyar 🙂
Enerjimizi toplayıp yine güzel bahçelerden birine Jardin Des Luxemburg’a gidip Montmarte’den aldığım ve yemek için can attığım macaronlarımızı yedik, oradan da 3. Alexander Köprüsünden geçip yine Eyfel ışık showlarını izlemek için Eyfel’e geçtik.
Dolu dizgin, heyecanlı ve yorucu turumuzun sonu parkuru da tamamlanmış oldu. Planladığım her yere gittim, her detayı gerçekteştirdim. Sen nehrine karşı ayaklarımızı suya sallandırıp Eyfel’i de izledik, çok nezih restorantta yemekte yedik, her şeyi ölçülü ve programlı bir şekilde yapınca zaman keyif çıkarmaya da kalıyor. Turlarda koştur koştur oraya, koştur koştur buraya gitmektense, münferit programlar çıkarıp bu şekilde kendi programımı oluşturup dünyanın her yerine giderim diye düşünüyorum,
Ertesi gün de ucagımız 12:35teydi. Sabah yine erkenden kalkıp trenle havaalanına geçtik ve ben yol boyu Paris resimlerine baktım… Sanırım uzun bir süre aklımdan çıkmayacak…
Şimdiden yeni planlar yapmaya başladım bile, sanki içimde seyahat virüsü var gibi.
Yeni rotalarda yeni maceralarda buluşmak üzere…
Keşifte kalın…
0
Bir yanıt yazın