Alarmımız çaldığında saat 7:00 idi. Ama sanki geceymişcesine hava zifiri karanlıktı. Bu şehirde güneş 9dan önce doğmuyor arkadaşlar. Bunalıma girmek serbest güneşi kaybetmiş bir şehirde yastığınızı bırakıp kalkmak istemiyorsunuz tabi. Ama her güzel şeyin bir bedeli var. Tatillerde erken kalkmak bir ritüel bizim için. Hazırlanıp kahvaltıya indik. Kahvaltı dediysem öyle bizim geniş paşa kahvaltısı düşünmediniz herhalde. 2 kişi için 2 adet sade kruvasan, 2 dilim ekmek, 2 reçel, 2 tereyağı, 2 likor bardağı meyve suyu, 2 pot çay 🙂 Abla arada tea, coffee, chocola diye sorduysa da eşim Karadenizli olarak çayı tercih etti tabi ki. ben normalde de hafta içi yarım poğaça ve çay ile kahvaltısını yapan biri olarak kahvaltı hakkında yorum yapamayacağım ama bizim beyzade doymadı 🙂 çıkıp dışarda yeniden atıştırdık her öğün sonrası.
Çabucak kahvaltımızı bitirip programımıza uymak için Louvre Müzesinin yolunu tuttuk,
Nasıl gidilir diye sorarsanız;
Metro İle: 1 veya 7 numaralı Metro Hattı / Palais Royal Musee Du Louvre İstasyonu
Louvre Müzesi’nin Açık Olduğu Gün ve Saatler
Louvre Müzesi, Salı dışında 09:00 – 18:00 arası hergün açıktır. Çarşamba ve Cuma akşamları 21:45’e kadar açıktır. 01.Ocak- 01 Mayıs ve 25 Aralık tarihlerinde kapalıdır.
Bilet: Normal bilet 17 €;
dilerseniz web sitesinden de sıra beklemeden biletinizi alabilirsiniz.
https://www.ticketlouvre.fr/louvre/b2c/index.cfm/calendar/eventCode/MusWeb
Louvre Müzesi’ne ücretsiz girmek de mümkün. Birinci yöntem Paris Pass ve Paris Museum Pass kullanmak. İkisi ile de ücretsiz girilebiliyor ve sıraya da girmenize gerek yok. Her ayın ilk Pazar günü ve 14 Temmuz’da da Louvre Müzesi’ne ücretsiz girebiliyorsunuz, tabii bugünü iple çeken kalabalıklara dikkat etmek koşulu ile. Ayrıca Cuma günleri hızlı bir tur yaparım derseniz de 18:00’dan sonra 26 yaşın altındakilere ücretsiz. 18 yaşın altındakilere ise her daim ücretsiz.
Sıra ile ilgili risk almak istemiyorsanız yaklaşık 1 € daha fazla verip biletinizi önceden de alabilirsiniz. Böylece sıraya da girmenize gerek yok. Bu arada kullanırsanız siz de fark edeceksiniz ki ticketnet Fransa’daki birçok kültürel şov, konser, spor müsabakasını önceden ayarlamanız için bulunmaz nimet.
Louvre Müzesi İle İlgili Genel Bilgiler
Fransa’nın başkenti Paris’in en merkezi bölgesi olan 1. Bölgesi (1. Arrondissement)’nde, Seine Nehri kenarında bulunan Louvre Müzesi (Musee du Louvre) yılda 9.7 Milyon ziyaretçi ile dünyanın en çok ziyaret edilen sanat ve tarih müzesidir. Louvre Müzesi öylesine büyük ve zengin bir müzedir ki, ilk çağlardan günümüze dek, Fransa’dan ve dünyanın tüm coğrafyalarından 460.000 çok değerli obje (tarihi eserler ve sanat eserleri) 60.600 metrekarelik toplam müze alanında sergilenir. Louvre Müzesi, Louvre Sarayı (Palais du Louvre)’nın içinde kurulmuştur. Bu saray ilk defa 12. Yüzyılda Kral II. Philip tarafından bir kale olarak inşaa edilmiştir. Müzeyi gezerken binanın bodrum katında bu kalenin kalıntılarını, duvarlarını görebilirsiniz.
Louvre Müzesi ilk defa 1793’te kiliseye ve kraliyet ailesine ait olan 537 resimlik bir koleksiyonla açılmıştır. Napolyon döneminde sergilenen eserlerin sayısı artmış ve müzenin adı Napolyon Müzesi (Musee Napoleon) olarak değişmiştir. 18. Louis ve 10. Charles yönetiminde ve II. Fransa İmparatorluğu döneminde dünyanın her yanından getirtilen eserlerle sayı 200.000’e ulaşmıştır. III. Cumhuriyet Döneminde ise miras ve bağış yolu ile bugünkü sayıya yaklaşmıştır.
İlk yapıldığında bir şatoyken farklı dönemlerde yapılan düzenlemeler ve renovasyonlardan sonra saray halini almış. Büyük koridorlarda ihtişamlı kristal avizelerin altında yürürken sanki kendinizi o dönemlerde gibi hissedeceksiniz.
Bu müze 1793’ten beri müze olarak kullanılmaya başlanmış ve Fransa’nın ilk müzesi olarak geçiyor. Söylenenlere göre her eserin önünde 1 dakika geçirseniz her bir eseri 365 günde tamamlamış oluyorsunuz. Sadece bu müzeyi görmek için bile bu şehre gelinir. Ancak müze planını iyi çıkarmanız gerekiyor. Mısır, Antik Yunan, Roma, Ortaçağ, Rönesans gibi eserlerin her birine nasıl zaman ayıracağınızı önceden planlamak gerek. Ben ilk önce müzede görmek istediklerimi çalışıp bulundukları yerlere gidip görüp, kalan zamanlarda diğer yerleri gezdim ki o da koştur koştur görüp çıktık. Buna rağmen 4 saatimizi aldı. Yani size demek isteyeceğim buraya 1 gün yetmiyor arkadaşlar. Hee amacım Mona Lisa’yı görmek, yanında da 2-3 tane önemli eser görüp çıkıyım diyorsanız kat planı bulunan bir map alıyorsunuz mümkünse ingilizce alın sevgili eşim bakmadan İspanyolca almış ve sarayın en dip köşesinde farkettğimiz için geri dönemedik İspanyolca bir map ile yönlerimizi bulmaya çalıştık 🙂 Yerin altındaki kaçış odalarını, gizli mahsenleri, Mısır lahitlerini, mumyaları her şeyi görmek için hızlıca tur atıp gerekli okları takip edip hedefe ulaştık. Ancak müze 3 kısımdan oluşuyor Sully, Denon ve Richelieu. Biletinizi aldıktan sonra görmek istediğiniz eserin bulunduğu bölümden girip içerde kaybolmaya başlayabilirsiniz. Burası resmen labirent 🙂
Çok erken gittiğimiz için sırada 50-60 kişi vardı.kapılar açılır açılmaz biletimizi otomatik makinelerden kredi kartı ile aldık ve koşa koşa önce Mona Lisa’yı görmeye gittik. Zaten bütün oklar Mona Lisa’yı gösteriyor. Sonrası hayal kırıklığı cam korumayla kapatılmış, önünde yine bariyer gibi ahşap sırayla çevrilmiş büyük umutların küçücük çerçeveli Mona Lisa’sı karşınızda.
Hele Mona Lisa’ya yaklaştıktan sonra arkanıza dönüp baktığınızda kalabalığın yüz ifadesini incelemek de ayrı bir keyifli. Tam arkadaki dev “Les Noce de Cana – Kana’da Düğün” tablosunu es geçmemeniz gerek. 1563 yılında tamamlanmış bu eser. Dönemin kral ve imparatorlarıyla resmedilen Kanuni Sultan Süleyman’da bu resimde Hz.İsa ile aynı masada. Ama Türkler ne yazık ki bu tabloya değil de Mona Lisa’ya daha çok ilgi gösteriyor. Avrupalılar da bu tabloya. Çünkü onların deyimiyle Muhteşem Süleyman’ı görmek Mona Lisa’dan daha önemli…Ve o dönemde ilk yüz ifadelerinin resme yansıtıldığı ilk tablodur akımın başlangıcı diyebiliriz.
Muhteşem Süleyman fotoğrafta baştan 5. sırada yer alıyor kırmızı kavuklu 🙂 Masanın başındakiler de gelin ve damattır.
Evet Sarayı gezerken aklıma gelen krallar bu lüks ihtişam bu şaşalı hayat içinde yaşarken dışarda halkın aç olduğunu söyleyen yiyecek ekmek bile bulamıyorlar derken dönüpte ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’ diyen kraliçe Marie Antoinnette hanımdı. Gerçi bu sözün doğru olup olmadığı hala tartışılıyor. Söyledi mi söylemedi mi bilinmez ama gerçekten Paris’te kıtlık had safhadayken bu ihtişamlı hayatları yaşamak bizim padişahlara eziyetten başka bir şey değilmiş.. Neyseee konumuza geri dönelim..
Louvre’dan çıktığımızda çok yorulmuş, bitap düşmüş ve enerjimin artık bittiğimi hissetmiştim. Halim kalmasa da sarayın avlusunu da görmek istiyorduk, müzeden çıkıp hemen Jardin des Tuileries ‘e geçtik.
Jardin des Tuileries – yani Tuileries bahçeleri, şehrin göbeğinde yemyeşil 25 hektarlık bir park. Burayı o kadar çok okudum ki internetten görmemek olmazdı. Concorde Meydanı, Seine Nehri, Orsay Müzesi hepsinin kesiştiği yer diyebiliriz. Parka girdiğimizde ötüşen kuşlar, sonbahardan sararmış yerlere düşen yapraklar, sararmayıp son yeşil halleriyle dallara tutunan yeşilin her tonu yaprakları görüp biz de usulca kapıldık bu güzel bahçenin ritmine. Küçücük kapıdan girip Pan’ın labirenti gibi bir bahçeyle karşılaştık, hemen önümüzde de yeşil sandalyeleri olan büyük bir havuz. Etrafınızda sohbet eden gençler, güneşlenen kitabını okuyan insanlar, piknik yapan sevgililer, çocuklarını gezmeye getirmiş anneleri görebilirsiniz.
Etrafta o kadar çok insan olmasına rağmen hiç birini duymuyor huzur ve mutluluk içinde kendinizi sandalyelere bırakıyorsunuz. Sezlong gibi geriye dogru yatan sandalyeleri de çok seveceksiniz.
Şansımıza hava da güzeldi, kuşların mır mır seslerini havuzdaki ördeklerin cıyaklamasını net bir şekilde duyup içimize sindirdik. Muhteşem Paris mimarisini doyasıya izledik
Bahçenin içerine 2 adet ücretli Wc bulunuyor,
1 adette bahçenin girişinde Paul adında büfeler var, kruvasanınızı yiyecek şeylerinizi buradan alıp kahvenizi içebilirsiniz.
Ulaşım için her ne kadar 1 numaralı metro hattı üzerindeki Tuileries durağı önerilse de ben 1, 2 ve 8 numaralı hatları ile ulaşabileceğiniz Concorde durağını kullanmanızı öneriyorum.
Buradan çıkıp Pont Des Arts yani Aşıklar Köprüsüne geçiyoruz. aşklarının ölümsüz olacağına inanan gençler dilek tutup anahtarını da Seine Nehrine atıyorlar. Adettendir diye biz de yaptık 🙂
Sonrasında hemen köprünün yanında kalan Muse D’orsay (Orse Müzesi)’ne doğru yürümeye başladık hafif yağmur eşliğinde..
Burası eskiden tren garıymış. Karikatürler, büstler, heykeller, tablolar… Ne ararsanız var. Dönemin en iyi sanatçılarının her birinin eseri burada sergileniyor. Üşenmedik 5 katı da ayrı ayrı gezdik. En alt katta biraz kaçamak yapmış olabiliriz. Ama Louvre ve Dorsay gibi iki büyük müzeyi aynı günde gezmek biraz kendimize eziyetti.
Bu ünlü tren saatinin içinde fotoğraf çekmek zamanın içine girmek gibi. Zaten instagram fenomeni bu fotoğraf giderseniz burada foroğraf çektirmek için sıraya girmiş insanları göreceksiniz 🙂
Burdan da çıkıp ünlü Concorde Meydanına geldik, Mısır’dan getirilirken kırılan bir diğer eşi İstanbul Sultahmet’te bulunan Dikilitaşı görmeden dönemezdik.
Sonrasında saat epey ilerlemiş ve Eyfel’in ışık show zamanına yaklaşıyorduk. Yavaştan hava da kararmış Paris’in ışıkları birer birer yanmaya başlamıştı Trocadero’ya doğru ilerledik.. Sonrasında otelimizin yolunu tuttuk. 3. günü ayrı bir blogta anlatacağım..
Keşifte kalın…
2.gün programı: Louvre Müzesi- Tuileries Bahçesi- Dorsay Müzesi- Pont Des Art- Concorde Meydanı- Royal Palace- Petit Palace
0
Bir yanıt yazın